0

07/09/2025
Yazıyı Beğenin & Paylaşın
Yazı Yorumları (0)
07/09/2025
Adsız Aşıklar: Aşk Bir Hastalık mı? Yoksa Şifa mı?
Geçen hafta Netflix’te yeni bir diziye başladım: Adsız Aşıklar. Başrolünde Halit Ergenç (Cem) ve Funda Eryiğit (Hazal) var. Senaryosunu Başar Başaran yazmış, yönetmen koltuğunda ise Umur Turagay oturuyor. Daha ilk bölümden beni yakaladı çünkü aşkı sadece bir duygu olarak değil, bir tartışma konusu olarak masaya yatırıyor. Yani öyle bildiğimiz klasik romantik dizilerden değil.
Dizi, “aşk bir hastalık mıdır, yoksa şifa mı?” sorusu etrafında dönüyor. İşte tam da bu yüzden kendimi bir anda Cem ve Hazal’ın fikirleri arasında gidip gelirken buldum. Bazen Cem’e hak veriyorum, bazen de Hazal’a. Hadi gelin biraz açalım.
Cem: Aşkı Hastalık Gibi Gösteren Doktor
Cem, çocukluk travmalarıyla büyümüş bir karakter. Annesinin babasını aldattığını öğreniyor, bununla birlikte ilk aşkının sahte olduğunu fark ediyor… Özetle aşka olan güveni yerle bir oluyor diyebiliriz. Bu yüzden yıllar içinde kendi kendine şu sonuca varıyor: “Aşk bir hastalık.”
Hatta o kadar ileri gidiyor ki, bir “Aşk Hastanesi” kuruyor. Düşünün: İnsanların aşk yüzünden acı çekmesini engellemek için bir hastane. Bu fikir hem ürkütücü hem de bir o kadar ilginç. Cem, Freud’un “aşk bilinçaltındaki travmaların tekrarıdır” görüşünü neredeyse birebir temsil ediyor.
Cem’in yaklaşımı bana zaman zaman mantıklı geliyor. Hepimiz geçmişten taşıdığımız yaralarla ilişkiler kurmuyor muyuz? Hepimiz bazen yanlış insanlara bağlanıp kendimizi yıpratmıyor muyuz? Cem’in aşkı “tedavi edilmesi gereken bir yanılsama” olarak görmesi, bana hiç de yabancı gelmedi. Ama bir yandan da çok karanlık, değil mi?
Hazal: Aşkı Kimya ve Koku Üzerinden Anlatan Kadın
Cem’in karşısında Hazal var. Ama Cem’den farklı olarak onun dünyasında aşk bir hastalık değil. Aksine tam bir şifa. Üstelik bu görüşünü bilimsel temellere dayandırıyor. Hazal’ın Almanya’da koku üzerine yaptığı çalışmalar, aşkın feromonlar ve beyin kimyasıyla açıklanabileceğini düşündürüyor.
Burada sahneye Helen Fisher giriyor. Hani aşkın üç aşaması teorisiyle (şehvet, çekim, bağlanma) bilinen antropolog. Hazal’ın söylediği her şey Fisher’ın çalışmalarına paralel:
- Aşk biyolojik bir gerçekliktir.
- Ruh eşini bulmak mümkündür.
- Ve herkesin ruh eşinin kendine has bir kokusu vardır.
Hazal’a göre aşkı küçümsemek ya da “hastalık” demek, aslında insan doğasına aykırı. Onun gözünde aşk, bizi daha iyi yapan bir güç. Hatta kendimizi keşfetmemize yardımcı olan bir güç.
İki Uç, Bir Masada
Ben izlerken kendimi sık sık Mücü’nün sofrasında hayal ettim. Bir yanda Cem, Freud’un gölgesinde aşkı reddediyor. Diğer yanda Hazal, Fisher’ın ışığında aşkı savunuyor. İkisi de güçlü argümanlarla geliyor. Ve ben, izleyici olarak, sürekli taraf değiştiriyorum.
Bu noktada dizinin zekice kurgulandığını düşünüyorum. Çünkü mesele sadece aşk değil. Aşk üzerinden insanın kendisini nasıl tanımladığı esas mesele. Cem’in inançsızlığı, Hazal’ın tutkusu… İkisinin de altında derin bir arayış var.
Diziye Eleştirel Bir Bakış
Şunu söylemek lazım: Adsız Aşıklar her izleyiciye göre dersek hata etmiş oluruz. Çünkü bu dizi her izleyiciye göre değil. Bazı sahneler fazla teatral gelebilir, bazı diyaloglar ise fazla “tezli”. Yani bir anda kendinizi Freud’un kitaplarını okuyor gibi hissedebilirsiniz. Ama işte bu farklılık bana cazip geldi. Çünkü dizi, aşkı sadece “aşk” olarak bırakmıyor; sorgulatıyor.
Görsel açıdan da tatmin edici bir iş çıkarmışlar. Aşk Hastanesi’nin steril, soğuk atmosferi ile Hazal’ın temsil ettiği sıcak ve canlı dünyalar arasındaki kontrast çok iyi yansıtılmış. Halit Ergenç’in donuk, kontrollü oyunculuğu Cem’e tam oturmuş. Funda Eryiğit’in canlılığı ise Hazal’ı hemen sevdirdi.
Kim Haklı?
Gelelim en önemli soruya: Freud mu haklı, Helen Fisher mı?
Bence cevap siyah-beyaz değil. Freud’un dediği gibi aşk gerçekten travmalarımızı tekrar ettirebiliyor. Ama aynı zamanda Fisher’ın dediği gibi biyolojik ve kimyasal bir gerçekliği de var. Belki de aşk, hem hastalık hem de şifa. Bir yanıyla bizi yaralıyor, diğer yanıyla iyileştiriyor.
Belki de mesele “kim haklı?” sorusunu sormak değil. Belki de mesele aşkı yaşarken kendimizi nasıl konumlandırdığımız. Yani Cem gibi kaçıyor muyuz, yoksa Hazal gibi teslim olup şifasını mı arıyoruz?
Adsız Aşıklar Dizisi İçin Benim Çıkarımım
Dizi bana şunu düşündürdü:
Aşkı hastalık yapan şey, onu bilinçsizce yaşamak. Geçmiş yaralarımızı fark etmeden, kendimizi tanımadan, sadece dürtülerle hareket ettiğimizde aşk gerçekten hastalıklı bir hâl alabiliyor. Ama kendimizi tanıdığımızda, neye neden bağlandığımızı bildiğimizde, aşk bir şifaya dönüşebiliyor.
Yani Cem’in de haklı olduğu noktalar var, Hazal’ın da.. Ve işin güzelliği de burada: Dizi bize tek bir doğru sunmuyor, soruları masaya bırakıyor. Cevabı ise bize bırakıyor.
Son Olarak…
Adsız Aşıklar, Türkiye’de görmeye alışık olmadığımız bir iş. Bir yandan romantik ilişkileri anlatıyor, bir yandan da psikoloji ve biyolojiyi tartışmaya açıyor. Bu açıdan hem zihin açıcı hem de duygusal bir deneyim sunuyor.
Benim tavsiyem, diziye başlamadan önce “romantik bir aşk hikâyesi” beklentisini bir kenara bırakmanız. Çünkü bu dizide aşk sadece bir duygu değil, bir laboratuvar konusu. Freud’un gölgesinde sorgulanıyor, Fisher’ın ışığında inceleniyor.
Peki sizce? Aşk bir hastalık mı, yoksa şifa mı? Belki de ikisi birden. Belki de cevabı hiç bulamayacağız. Ama belki de asıl mesele, aşkı çözmek değil; tıpkı Hazal’ın dediği gibi, sadece hissetmek.
Bunu da seveceğinize eminim: ”Pablo Escobar’ın Bile Korktuğu Kadın: Griselda Blanco”