0
12/11/2024
Yazıyı Beğenin & Paylaşın
Yazı Yorumları (0)
12/11/2024
Az Önce İzledim: Yarın Yokmuş Gibi!
Tuba Büyüküstün ve Halit Ergenç‘in başrollerinde yer aldığı “Yarın Yokmuş Gibi”, Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir formatta karşımıza çıkıyor. Filmin merkezinde, iki karakterin şık bir mekanda başlayan bir röportaj ile başlayıp sonrasında Manolya’nın evine taşınan tek gecelik bir etkileşim var. Bu aslında film uzunluğunda bir dizi olarak tasarlanmış, fakat izlerken bölüm geçişlerini fark etmeyeceğiniz kadar akıcı bir anlatıma sahip. Gain platformunda izleyiciye sunulan bu yapım, yerel izleyiciler kadar globaldeki hayranlardan da oldukça ilgi görüyor.
Bu tür yapımların başlıca gereksinimi, ince işlenmiş bir senaryo ve karakterlerin derinlikli bir şekilde ele alınmasıdır. Ancak “Yarın Yokmuş Gibi” bu konuda izleyiciyi bir hayli hayal kırıklığına uğratıyor. Hem ana karakterler arasındaki diyaloglar yavan, hem de hikaye anlatımı sığ bir düzlemde ilerliyor. Özetle, izleyici olarak karşımızda karakterlerin içsel çatışmalarını derinlemesine hissedeceğimiz bir yapımdan çok, sığ ve zayıf bir karşılıklı sohbet döngüsü buluyoruz.
Hikaye ve Karakterlerin Derinliğe Olan İhtiyacı
Film, Manolya ve Hakan’ın ilk kez bir araya geldiği bir röportaj sahnesiyle başlıyor. Hakan, politik makaleler yazan, idealleri olan bir gazeteci iken, popüler kültürün dışına itilmiş ve yalnızlaşmış bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Diğer yanda ise Manolya, ana akım dizilerde sıkça gördüğümüz, başarılı fakat derinlemesine ele alınmamış bir ünlü kadın karakter. Bu ikilinin ilk buluşması, sıradan bir röportaj olarak başlayıp zamanla daha kişisel bir sohbet haline geliyor.
Normal şartlarda, iki zıt karakter arasında böylesine bir geceyi anlatan bir yapımda, çatışmanın derinliği hikayeyi taşıyan temel unsurlardan biri olurdu. Fakat burada, diyalogların yüzeyselliği ve karakterlerin motivasyonlarının yetersiz işlenmesi, seyirciyi hikayeden uzaklaştırıyor. Karakterlerin kendi içsel derinliklerine ulaşamamaları, doğal olarak aralarındaki diyaloglara da yansıyor ve maalesef, izleyicinin dikkatini sürekli dağıtan bir sığlık yaratıyor.
Oyunculuk ve Senaryo Dengesizliği
Başrollerdeki oyuncuların performansına gelecek olursak, Tuba Büyüküstün ve Halit Ergenç gibi usta oyuncuların bu kadar kısıtlı bir materyal ile bile iyi bir iş çıkarmak için ellerinden geleni yaptıkları açık. Ancak, senaryonun zayıflığı, oyuncuların performanslarını da gölgede bırakıyor. Hakan karakteri bir yandan karşısındakini küçümserken, bir yandan da Manolya’nın ilgisini çekmek için üstün çaba harcıyor. Bu karakter çelişkisi, karakterin gerçekçiliğini zayıflatıyor ve izleyiciyi sürekli olarak bir inandırıcılık problemine sokuyor.
Özellikle Manolya karakterinin bazı replikleri ve davranışları yapmacık ve eğreti duruyor. Büyüküstün’ün oyunculuğu, bu karakteri yeterince derinlemesine yansıtamıyor; ya da karakter zaten o kadar yüzeysel yazılmış ki, onu derinleştirmek imkansız hale geliyor. Hakan’ın, Frida Kahlo ve Virginia Woolf üzerine getirdiği eleştiriler, entelektüel bir arka plan çizmeye çalışsa da, bu çaba karakterin gerçeğe dayanmayan bir “entelektüel maskesi” takmasından öteye gidemiyor. Öyle ki, izleyici olarak karakterlerin arasındaki diyalogların gerçekten bir anlam ifade etmesini beklerken, sığ ve klişeleşmiş söylemlerle karşılaşıyoruz.
Senaryonun Derinlik Arayışı Fakat Yüzeyde Kalışı
Bu tür yapımların başarılı olması için, senaryonun derinliği ve diyalogların kalitesi belirleyici bir faktördür. Ne yazık ki, “Yarın Yokmuş Gibi”deki senaryo yüzeyselliği bu yapımı sıkıcı bir deneyime dönüştürüyor. Hayatın farklı alanlarına değinmeye çalışarak geniş bir spektrumda dolaşan yapım, derinlik eksikliği nedeniyle bu alanlarda yüzeysel kalıyor. Özellikle, Hakan ve Manolya arasındaki bazı konuşmaların “boomer” damgası yemesi muhtemel; bu durum, karakterlerin güncel ve gerçek bir temsil sunamamalarına neden oluyor.
Örneğin, Manolya’nın sevgilisiyle olan konuşmalarındaki tutarsızlıklar, karakterin güvenilmez bir yapıda olmasını değil, senaryonun dikkatsizce yazıldığını hissettiriyor. Manolya’nın, telefonda “uyuyorum” dedikten hemen sonra hayatına devam etmesi, daha sonra gelen bir telefonla yine uyumadığını kabul etmesi gibi detaylar, karakterin içinde bulunduğu duruma karşı inandırıcılığı zedeliyor. Bu tarz çelişkiler, izleyici olarak karakterin psikolojisine veya motivasyonlarına dair empati kurmamızı zorlaştırıyor. Böyle bir sahnede Manolya’nın yalnızlığını, huzursuzluğunu veya ikilemde kalışını hissedebilmemiz gerekirken, karakterin gerçeklikten kopuk ve karikatürize bir haliyle karşılaşıyoruz.
Tek Mekan ve Yüzeyselliğin Kaçınılmaz Çıkmazı
Film boyunca tek bir mekanda geçen bu tür bir hikayenin, genellikle karakterlerin iç dünyalarına derinlemesine inilerek anlatılması beklenir. Ancak burada, karakterlerin derinliklerinin yüzeysel kalması, bu kısıtlı mekanın etkisini de sınırlıyor. Filmin atmosferi, iki karakter arasındaki gerilimi veya yakınlaşmayı güçlendirecek kadar etkili değil. Mekan değişikliği eksikliği, seyircinin ilgisini tek bir noktaya odaklamak yerine, monoton bir izlenim yaratıyor.
Manolya’nın Müslüm Gürses eşliğinde yaptığı performans, yapımın en dikkat çeken sahnelerinden biri olsa da, karakterin ruh halini veya derinliğini yansıtmaktan uzak. Hakan’ın ise bu sahnede ona eşlik edişi, ikili arasındaki çatışmanın derinliğine değil, yapay bir an yaratmaya hizmet ediyor. Bu sahne bile, karakterlerin daha derin bir bağ kurmasını sağlamaktan çok, yüzeysel bir an olarak kalıyor.
Yarın Yokmuş Gibi Filminde Sonuç Olarak…
“Yarın Yokmuş Gibi”, özgün bir gece hikayesi sunma iddiasında, fakat bunun altını doldurabilecek bir derinliğe sahip değil. Karakterlerin diyaloglarının sığlığı ve senaryonun derinlikten yoksun oluşu, yapımın temelde dayandığı duvarın kağıttan olduğunu hissettiriyor. Böylesine tek bir geceye odaklanan yapımlar, genellikle karakter analizlerine dayanarak izleyiciye benzersiz bir deneyim sunar. Ancak burada, yüzeyselliği tolere etmek neredeyse imkansız hale geliyor.
Sonuç olarak, “Yarın Yokmuş Gibi”, güçlü bir anlatım yerine klişe diyaloglar ve inandırıcılıktan uzak karakterlerle izleyicinin karşısına çıkıyor. Yapım, daha derin ve gerçekçi bir senaryo ile farklı bir noktaya ulaşabilirdi; fakat şimdiki haliyle, etkileyici bir deneyim sunmaktan oldukça uzak. İzleyiciye kalansa, karakterlerin bu sığ çatışmasını ve yarım kalmış hikayesini takip etmekten başka bir seçenek kalmıyor.
Siz izlediniz mi bu filmi? İzleyenler benimle aynı fikirde mi? Merak ediyorum, yorumlara mutlaka yazın…
İlginizi çekebilir: ”En İyi Romantik Filmler”